Fedakar annelerin 'her şeyi hak eden' oğulları, karizmatik babaların cefakar kızları
Politik sandığımız seçimlerimizin büyük kısmının aslında kişilik yapımızla ilişkili olduğunu çoğu zaman fark etmeyiz. Oysa, yenilikçilik, zarardan uzak durma, sebatkarlık, ödüllendirilmeye duyarlılık gibi bazı kişilik özelliklerinin bize aile yadigarı olarak geldiğini, bunları anne-babalarımızdan, dede, dayı ve halalarımızdan genetik yoluyla devralarak, kendi kişiliğimizin içinde erittiğimizi artık biliyoruz.
Kişilik dediğimiz şey, esasen, süreklilik ve tutarlılık gösteren davranış, düşünce ve duygulanım kalıplarıdır. Dış dünyadan gelen bir çok uyaran- bilgi, görüntü, duygusal aktarımlar, müzik, dokunuşlar, vb- beynimizde işlenerek, bir çıktı haline getirilir. Bunu bir bilgisayarın yazıcısından çıkan raporlamaya benzetebiliriz. Yazıcıdan çıkan bu raporun, ne renk A4 kağıda basılacağını, biraz evvel bahsettiğimiz genetik ve biyolojik özellikler belirler. Hani, 'kişiliğinizin renkleri' denen şeyler bunlar olabilir, kırmızı kağıt, mavi kağıt, yeşil veya mor kağıtlar sizin düşüncelerinize zemin oluşturan duygusal yataklar gibidir.
Bu kağıtların üzerine içerik olarak neler yazılabileceğini ise eğitimimiz, içinde bulunduğumuz çevre, yetiştirilme biçimimiz, çocukluk ve ergenlikte geçirdiğimiz psikolojik travmalar ( maalesef travmasız atlatılan bir çocukluk ve gençlik, fizikteki ideal gaz kadar ulaşılamaz bir şeydir!) belirler.
İnsan beyni, doğumdan itibaren dışarıdan gelen uyaranları gruplamaya, eski verilerle karşılaştırıp, yeni davranış şemaları ortaya çıkarmaya ve kendi kendini yeniden programlamaya hazır bir organdır. Belirli bir amaca yönelik işlemesi için bir bilgisayara kod girilmesi gibi, her gün beynimize milyonlarca uyaran gelir, bunlar elenir, incelenir, uygun değişiklikler yapılır, ve beynimiz bize her gün yeni bir dünya kurar.
Anne-babalarımız ve yakın çevremizle çocukluk döneminde kurduğumuz ilişki biçimi de kişiliğimiz üzerinde önemli bir etki gücüne sahiptir. Bunun sebebi, çocuğun, anne ve babasından gördüğü ilişki biçimi ve kendine öğretilenlerin doğru veya yanlış olup olmadığını değerlendirecek bir zihinsel içeriğe (veri tabanına) sahip olmamasıdır. Dolayısıyla, ilk eğitimimiz, eğer yanlışsa, bunu çok zaman sonra, doğru ilişki biçimleri ve bilgilere ulaşınca, yeniden değerlendirip, değiştirmemiz gerekir.
Anne-babaların, kanaatimce, çocuklarına yapabilecekleri en büyük yatırım, -kendi doğru bildiklerinin yanlış ve demode olması veya çocuk yetiştirme biçimlerinin kendi öz çocuklarının ilerideki kişiliğine zarar verebilmesi ihtimaline karşı- çocuklarınının muhakeme ve sorgulama yeteneklerinin gelişmesi için olabildiğince çalışmalarıdır. Muhakeme ve sorgulama yeteneğinin , ilk gençlik çağlarına kadar gelişmediği kişilerde, bu özellikleri sonradan kazanabilmek çok zor hatta imkansız olabilmektedir. Bu noktada baskıcı, otoriter, ideolojik veya dini eğitimin erken yaşlarda başlatılmasının sorgulama ve muhakeme yapma yeteneğini ketleyebileceğini unutmamak gerekir. Bu tür durumlarda, ketlenen çocuklar, hayatlarının geri kalan kısmında, bazen , kısmen de olsa edinebildikleri sorgulayıcılığı, ,temelleri küçükken atılan inanç ve davranış kalıplarının ne kadar doğru olduğunu kendilerine ve çevrelerine ispat etmek için kullanır dururlar ama temel kavramları değiştirme veya yenileme cesareti gösteremezler.
Yetiştirilme tarzı ve çocukluk ile ilk gençlikteki anne baba tutumlarının da erişkinlik döneminde gerek günlük hayatta, gerek siyasi ve sosyal hayatta , insanların davranış biçimlerinde önemli izler bırakabileceğini düşünmek sanırım abartılı olmaz.
Her ebeveynin, çocuğunu çok sevmesi ve değer vermesi kadar normal bir şey yoktur. Ancak bu önem ve ihtimam, bazen öyle noktalara varır ki, çocukların gelişimi üzerine çok olumsuz izler bırakabilir. Klasik bir Türk ailesinde, mutsuz ve amaçsız anneler, özellikle, eşlerine ve eşlerinin ailesine karşı bir savunma kalkanı gibi kullanabilecekleri erkek çocuklarını, psikolojik olarak suistimal ederek, kendilerine aşırı bağımlı ve annelerinin acılarına karşı aşırı duyarlı oğlan çocukları yetiştirirler.
Annelerinin gözleri içine bakan oğlan çocukları , ileride onların acılarını ve hayatta yaşadıkları mutsuzlukları telafi edecek psikolojik komandolara dönüşürler. Mutsuz, tatminsiz ve amaçsız kadının, artık yegane amacı, ruhsal yaralarına merhem olacak öylesine mükemmel bir oğul yetiştirmektir. Bunun için her türlü fedakarlık yapılır, 'yemedim, yedirdim-giymedim, giydirdim', kalıbın kadar, bu tutumu güzel özetleyen bir cümle yoktur. Oysa biri yiyen ve giyinen, diğeri yemeyen ve giymeyen iki kişi yan yana olduğunda ,bu iki kişinin de ortalama yeyip ortalama giyindiği durumu göre ruhen çok daha örseleyici olur.
Sen her şeyi hak ediyorsun duygusu ile büyütülen erkek çocuğu, sadece kendini annesine borçlu hissetmekle kalmaz, aynı zamanda ileride etrafından bunu talep eder hale gelir, oyuncağını paylaşmayan arkadaşına vurmakla başlayan bu tavır, kendisinden ayrılmak isteyen karısını-sevgilisini dövmeye- bıçaklamaya kadar gider. Sınırsız, sorgusuz sualsiz ve eleştirmeye hiç açık olmayan bir sevgi ve fedakarlık, maalesef, burnundan kıl aldırmayan, hakkını isteyene öfkelenen, kadınlarla da fedakarlık
Kızını çok seven karizmatik babalara gelince, bu da aynı madalyonun diğer yüzüdür. Ama buradaki ana duygu, annelerinkinin aksine 'korumacılık'tır. Bugün , ilkokulda sıra arkadaşı ile kavga edip ağlayan kızından dolayı okul basıp, müdür dövmeye kalkan 'süper' babalar var ortalıkta.. 'Ne istiyorsa alsın, ne istiyorsa giysin, benim kızıma kimse karışamaz' cümlesinin gizli öznesi' Çünkü O'nun babası benim' dir esasında. Bu bir türlü büyüyemeyen kız çocukları, babalarının korumacılığıyla sağladıkları yalancı özgüven, herhangi bir şekilde sarsıldığında da hep, aynısı olsun, güçlü- muktedir biri gelsin ve sorunlarını çözsün diye ömür boyu bekler dururlar...
Karizmatik- korumacı babalarla onlara hayran kızları arasında, aynı cefakar annelerin her şeyi hak eden oğulları arasında olduğu gibi, psikolojik bir borçluluk oluşur. 'Bizler onun sayesinde her şeye kavuştuk, o yüzden laf söyletmeyiz, kendimiz ona siper ederiz' siyasi duruşunun da bu fedakar anne- karizmatik baba sisteminden yetişmiş insanların duruşu olması, bu kavramsal çerçeveden baktığımızda hiç şaşırtıcı değil, hatta normaldir. Oysa gerçekten mutlu ve özgür bireyler, bu süper anne ve süper babaların değil, fazla değil, yeterince iyi, anneliği babalığı abartmayan ebeveynlerin çocuklarından çıkar..